Cumartesi

kimden: müberra handan eruzun
başlık: ...
biçim: elektronik metin dosyası

matematiksel bir ifadesin, bir denklem belki. yuvarlak üçgen köşeli silindir misali contradictio in adiecto. yaşamı iki kere iki dört etmesin yakarışlarıyla dolu bir ayna için ne hoş bir görüntüdür bu bilir misin?

bir ses ama çığlık, ama fısıltı… usul usul ve neredeyse ağzının içinde yuta, geveleye, ama hep seçerek sözcükleri, sanki kendine güvensiz bir telaşta ve biraz da yakışmayan bir utançta, anlatırsın ahvalini… ne ki, dip notlar, göndermeler gerekir ve hep “bkz.” yönlendirmeleri…

bir armağansın hem de ve hem de bir günah… yalnızca suretin, siluetinle değil, ses tonun ve anlattıklarınla ya da anlatmadıklarınla bir armağansın evet ve bir günahsın da, o nasıl sözse öyle… bence ikisini de bilirsin.

bir kitapsın, telaşlıdır sözcüklerin ve cümlelerin, tamamlanmaya bile tahammülsüz, kolayca tanınmayı reddeden bir oyunculukta düşüverirler yanyana...

kuş dilinde konuştun birara… kuş oldun, aksak bir kuş… anlattıkların hep ilgiyle dinlendi, hem de keyifle, üstelik eğlenceli bulundu. aksak kuş, şaşkın balık, siyah kapak, derin kuyu… aksak, tutsak... nasıl olursa olsun başka kuşlarını da gönder demişti ayna, üstündeki yansıya… gönder ki sevinsin kırık kanatlar, yırtık gagalar, kaptanlar ve tayfalar... hiç’in çekimi ya da akıştan, buğudan ve ağırlıktan kalan: kuş uçmazsa, kervan da geçmez... geriye yine boşluk kaldı. gör bunu, sakın doldurma! kanatsız aksaklığınla nerelere götürdün, nerelerden getirdin... kuşbakışında ayna nazar arsızıdır, bunu da hemen bildin. –mi?

bir kentsin bazen ne haber? kuş bakışıyla bir kent. altın böcek, kırmızı kapının arkası, baykuş ya da uçan fare… bu kentlere çıkan bir yol ya da bir sır. insanı kendi kentini bulmaya yola çıkartan ve kendine, kendi sırlarına sen gibi, senin kentlerin gibi kuş bakışı bakmaya zorlayan… buna kuşatma da denebilir.

bir suçlu ve bir savcı… yıllar sonra bir otobüsün penceresinden gördüğün yüz, seni belki bugün bile nisyan ile malul bırakmalı iken, sen tuttun, celladına meydan okudun. bu cesaret midir, gaflet mi yoksa dalalet mi, bilemedim. ama bir aynanın bilgisi, görünenle çizgili ve nazar arsızı bir aynaya kalırsa, bir iç hesaplaşmaydı bu, bir öc alma girişimi, had bildirme hevesi ve sanki umarsızlığın reddedilişi…

bir renksin bazen… öyle gizli saklı da değil, düpedüz karadan yana, karadan çıkma bir renk. elbette ışıklı, ama daha çok gölgeyle varolan, sanki gölgeyi var etmek için ışığı kullanan bir renk.

bir rüzgarsın da… serin bir meltem gibi ama. tülü kıpırdatacak kadar, suyu titretecek, başakları ürpertecek ya da fazladan bir iki kağıdı uçuracak kadar… bir kapıyı çarpasın, bir ağacı eğesin, korunaklı bir köşe aratasın… bu aynanın tanıklığı olmamıştır. -kimbilir belki de hep, en denetimli anlara sadık kalınmıştır, bu ben aynayla yüzleşme zamanlarında-

bu aynanın sırları arasında, 26-45 doğu meridyenleri arasında yer alan bir ülkenin en batı ucunda bir sahil kasabasından ya da bir su topu maçından anılara ve dahi Egon imzalı bir desene de rastlanmış, karşı pencereyi göz hapsinde tutan bir rasathanenin çatı manzaralı terasında terlik pabuç sevmeyen uçuç böcekleri kovalanmış, ayak izlerini takiben birkaç tango figürü çıkartılmış vesaire vesaire, lakin bunlar benzerleriyle birlikte bir Hint yastığında kullanıldığı için, dışarıda bırakılmıştır. İnanmayan bulutlara da sorabilir.

Hiç yorum yok: