kimden: “çivit”
başlık: mor
biçim: elektronik posta metni
yüreğimin fırlayıp, bulamayacağım bir yerlere düşecekmiş gibi çarpmaya başladığı o andan, o an üstüne basmakta olduğum taştan başlayıp, demir kapıyı, üstten ikinci zili, mermer merdivenleri, ilk kapıyı, ikinci kapıyı, önü ayakkabı kalabalığı doluşmuş diğer kapıyı, kapı önlerindeki kübik desenleri, indiğini bildiren ayak seslerini, senin ardında yaşadığın kapıyı, kapının ardını, ayakkabı çıkartılan yeri, montumu üstüne koyduğum iskemleyi,
"merhaba ben Hakan"ı,
"ben de o, ..."yı,
yüreğimin kanatlarını zaptetmeye çalışırken sana söylediğim ilk cümleleri,
ilk dokunuşu,
en çok yaşanan yerlerden biri olan büyük odada, sağda, sehpa ile koltuk arasında kalan, kimi parçaları kullanılmaktan hırpalanmış, ilk oturduğum minderi,
"işte o balkon" diye içimden geçirdiğim balkonu, bizden dışarıda tutan, mor duvaklı kapıyı,
o kapıyı arkana alıp, oturacağın iskemlenin yanında durup, yerimi işaret eden kahvaltı davetini,
ilk yudum çayı, teneke şekerliği, beyaz peyniri, incir reçelini, incir soyan çingeneler sohbetini, zeytini, tabağıma alıp, kesmeye çalıştığım domatesi,
(kekik de vardı üstünde),
koridorun, bizden öteye sonunda "sağa" dediğin halde aksi yöne döndüğümde
karşıma çıkan duvarı,
çay süzgecini,
sarı battaniyeyi,
uyumaya çalıştığım yeşil kanepenin aynı renk yastığını,
uyuyamayışımı,
(ama) dinlenişimi,
gazete hışırtısını,
ne idüğü bellisiz şımarmışlığımı,
sanki bin yıldır orda mıydım mışlığımı,
hayır ben rüya görüyorum muşluğumu,
capacanlı bir rüyayı,
klozeti,
arkasındaki neden kırılmış acabaları,
kullanılmayan lavaboyu, içindeki dergileri, tuvalet kağıdını, çöp kovasını, kullanılan lavaboyu, beyaz sabunu, aynayı, sana sormadan kullandığım uzun dişli tarağı,
çok kullanıp, bir ucunu sırılsıklam ettiğim mor havluyu,
yasaklı olduğu için sadece kara çöp torbasının asılı olduğu yeri keşfettiğim mutfağı :),
sırasını belki çok sonra bulacağım konuşmaların yapıştığı, yok olduğu, emildiği su almış tavanın dikine duvarını, kıvırcık beton çivilerini,
beyaz cam küllükleri,
çantama tıkıştırdığım kullanılmış mendilleri,
yeşil başörtülü, aşkın göz yaşlarına ışık sunan pencereyi,
lodosu,
lodosu seyre durduğumuz, çıktığımız kuleyi, ışıklı pencereleri, siluetleri parmak dörtgenlerimize almayı öğrendiğim/öğrettiğin balkonu,
kendimi temizlediğim, içimden yukarı çıkan halkaları,
Aydın'ın tutsak edildiği sargı bezlerinin yanık kokusunu, saman balyalarını, benim çimenlerimi,
tenini, terini, kokunu, dilini, dişini, saçını, nefesini,
doğmayan, bu yüzden ölmeyecek, kimliksiz, işaret edilip gösterilemeyecek, arandığında bulunamayacak, bizim bile olmayacak, kimseye gidemeyecek gidecek yeri olmayacak, geri gelemeyecek, dönecek yeri olmayacak sevişmeyi,
karelerine yakalandığım, senle dilsiz konuştuğum, her bir dokunuşu arsız, edepsiz, aç gözlü bir sünger gibi emdiğim filmi,
ıslak sokağı,
laz diil Rizeli bakkalın köşesini,
taksiyi, Gümüşsuyu'nu,
yere attığım izmariti,
bir kez daha öp/ül/müşlüğümü,
(niye el sallanır bilmem)
beni alıp götürüyo diye (sanki o istedi) öfkelendiğim otobüsün içinde,
çivit mavisi bir bohçaya sardım.
Aksak Kuş'u çıkardım, el yazını okudum,
kırık da şeffaftır Hakan dedim sana, bilmem duydun mu?
Oyunumu oynadım, 53.sayfanın içine biletimi sakladım.
o çivit mavisinin içinde, o koyulukta, o mavide uykuya daldım, o mavide uyandım
gökyüzü dersler verircesine o maviyi seyreltti, mor etti, biraz daha seyreltti, Tanrı aşkına... dil alışkanlığı işte... benim aşkıma... ne aşkı? Bilmiyorum bi şeyin aşkına işte biraz, cık kadar kırmızı koy dedim, dinlemedi. Mor seyrelip seyrelip gri bile değil kurşuni bir ülkede, geri dönmemecesine kaldı.
Ankara'da yağmur var.
Yürüdüm. Yüzümü, saçlarımı ıslattım.
Evin kilidi, bildiğim, alıştığım bir kokuya, beni bekleyen bir sese açıldı.
Kediyi besledim.
sigaramı, küllüğümü,çakmağımı aldım. Deniz kabuğum sağlam. Küçük tahta
gemi "Aksak Kuş"un üstünde. Sabah sabah hiç beyaz şarap içmemiştim. Bir daha
olmaz bu.
Yoruldum. Şarap lekeli beyaz şeyi yıkayıp yıkamamakta tereddüt ettim. Öyle
güzel ki lekeleri.
Hani insanlar çiçek kuruturlar. O, ne bileyim, bir şekilde anlamlı kılınan günde beklenmeyen, belki de beklenen (belkisi yok beklenir)... her ne ise beklenen, beklenmeyen ama ille de değer atfedilen, bu yüzden kurutulan çiçekler vardır. Getirilmez o çiçekler, yollanır. Bu yüzden kurutulur. Arkası gelmez.
Şarap lekesi kurumuş. Giderek daha koyuya dönecek, kahverengi olacak. Bir daha böyle bi lekem olmayacak benim, kıyamıyorum yoketmeğe.
Kurumaya bıraksam? Arkası gelmeyecek çiçekler gibi?
Ankara sanırım yaşamaya başladı.
Deniz kabuğumun içine bohçamı açtım. Koskoyu bi mavi. Çivit mavi. Küçük tahta
gemime bindim, Aksak Kuş oyununu oynaya oynaya yolculuğa çıkıyorum. Uyuyacağım.
Arkama yığılı tuallerin birine ilk atacağım boya bu bohçanın içimdeki mavi olacak. Sol üst köşeden başlayacağım. Emin ol giderek seyrelecek. Acelesiz, onun kendini varedişi gibi giderek seyrelişini seyrede ede boyayacağım. Hiç bitmeyeceğini bildiğim yere kadar...
sevgiyle
Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder